الدُّخَانِ
Duhan Suresi
وَالْكِتَابِ
الْمُب۪ينِۙ
٢
Velkitâbi-lmubîn(i)
Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübârek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz insanları uyarmaktayız.
اِنَّٓا
اَنْزَلْنَاهُ
ف۪ي
لَيْلَةٍ
مُبَارَكَةٍ
اِنَّا
كُنَّا
مُنْذِر۪ينَ
٣
İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubârake(tin)(c) innâ kunnâ munżirîn(e)
Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübârek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz insanları uyarmaktayız.
ف۪يهَا
يُفْرَقُ
كُـلُّ
اَمْرٍ
حَـك۪يمٍۜ
٤
Fîhâ yufraku kullu emrin hakîm(in)
Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
اَمْراً
مِنْ
عِنْدِنَاۜ
اِنَّا
كُنَّا
مُرْسِل۪ينَۚ
٥
Emran min ‘indinâ(c) innâ kunnâ mursilîn(e)
Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
رَحْمَةً
مِنْ
رَبِّكَۜ
اِنَّهُ
هُوَ
السَّم۪يعُ
الْعَل۪يمُۙ
٦
Rahmeten min rabbik(e)(c) innehu huve-ssemî’u-l’alîm(u)
Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
رَبِّ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَاۢ
اِنْ
كُنْتُمْ
مُوقِن۪ينَ
٧
Rabbi-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ(s) in kuntum mûkinîn(e)
Katımızdan bir emirle her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler göndermekteyiz. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
لَٓا
اِلٰهَ
اِلَّا
هُوَ
يُحْـي۪
وَيُم۪يتُۜ
رَبُّكُمْ
وَرَبُّ
اٰبَٓائِكُمُ
الْاَوَّل۪ينَ
٨
Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(u)(s) rabbukum ve rabbu âbâ-ikumu-l-evvelîn(e)
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Yaşatır, öldürür. O, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.
بَلْ
هُمْ
ف۪ي
شَكٍّ
يَلْعَبُونَ
٩
Bel hum fî şekkin yel’abûn(e)
Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.
فَارْتَقِبْ
يَوْمَ
تَأْتِي
السَّمَٓاءُ
بِدُخَانٍ
مُب۪ينٍۙ
١٠
Fertakib yevme te/tî-ssemâu biduḣânin mubîn(in)
Göğün açık bir duman getireceği günü bekle.
يَغْشَى
النَّاسَۜ
هٰذَا
عَذَابٌ
اَل۪يمٌ
١١
Yaġşâ-nnâs(e)(s) hâżâ ‘ażâbun elîm(un)
(O duman) insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır.
رَبَّـنَا
اكْشِفْ
عَنَّا
الْعَذَابَ
اِنَّا
مُؤْمِنُونَ
١٢
Rabbenâ-kşif ‘annâ-l’ażâbe innâ mu/minûn(e)
İnsanlar, "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz" derler.
اَنّٰى
لَهُمُ
الذِّكْرٰى
وَقَدْ
جَٓاءَهُمْ
رَسُولٌ
مُب۪ينٌۙ
١٣
Ennâ lehumu-żżikrâ ve kad câehum rasûlun mubîn(un)
Nerede onlarda öğüt almak?! Oysa kendilerine (gerçeği) açıklayan bir peygamber gelmişti.
ثُمَّ
تَوَلَّوْا
عَنْهُ
وَقَالُوا
مُعَلَّمٌ
مَجْنُونٌۢ
١٤
Śumme tevellev ‘anhu ve kâlû mu’allemun mecnûn(un)
Sonra ondan yüz çevirdiler ve "Bu bir öğretilmiş, bu bir deli!" dediler.
اِنَّا
كَاشِفُوا
الْعَذَابِ
قَل۪يلاً
اِنَّكُمْ
عَٓائِدُونَۢ
١٥
İnnâ kâşifû-l’ażâbi kalîlâ(en)(s) innekum ‘â-idûn(e)
Biz bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski halinize döneceksiniz.
يَوْمَ
نَبْطِشُ
الْبَطْشَةَ
الْكُبْرٰىۚ
اِنَّا
مُنْتَقِمُونَ
١٦
Yevme nebtişu-lbatşete-lkubrâ innâ muntekimûn(e)
Onları o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü alırız.
وَلَقَدْ
فَتَنَّا
قَبْلَهُمْ
قَوْمَ
فِرْعَوْنَ
وَجَٓاءَهُمْ
رَسُولٌ
كَر۪يمٌۙ
١٧
Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum rasûlun kerîm(un)
Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ) gelmişti.
اَنْ
اَدُّٓوا
اِلَيَّ
عِبَادَ
اللّٰهِۜ
اِنّ۪ي
لَكُمْ
رَسُولٌ
اَم۪ينٌۙ
١٨
En eddû ileyye ‘ibâda(A)llâh(i)(s) innî lekum rasûlun emîn(un)
O şöyle demişti: "Allah'ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim."
وَاَنْ
لَا
تَعْلُوا
عَلَى
اللّٰهِۚ
اِنّ۪ٓي
اٰت۪يكُمْ
بِسُلْطَانٍ
مُب۪ينٍۚ
١٩
Ve-en lâ ta’lû ‘ala(A)llâh(i)(s) innî âtîkum bisultânin mubîn(in)
"Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil (mucize) getiriyorum."
وَاِنّ۪ي
عُذْتُ
بِرَبّ۪ي
وَرَبِّكُمْ
اَنْ
تَرْجُمُونِۘ
٢٠
Ve-innî ‘użtu birabbî ve rabbikum en tercumûn(i)
"Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım."
وَاِنْ
لَمْ
تُؤْمِنُوا
ل۪ي
فَاعْتَزِلُونِ
٢١
Ve-in lem tu/minû lî fa’tezilûn(i)
"Bana inanmadınızsa benden uzak durun."
فَدَعَا
رَبَّهُٓ
اَنَّ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
قَوْمٌ
مُجْرِمُونَ
٢٢
Fede’â rabbehu enne hâulâ-ikavmun mucrimûn(e)
Sonra Mûsâ Rabbine, "Bunlar günahkâr bir toplumdur" diye seslendi.
فَاَسْرِ
بِعِبَاد۪ي
لَيْلاً
اِنَّكُمْ
مُتَّبَعُونَۙ
٢٣
Fe-esri bi’ibâdî leylen innekum muttebe’ûn(e)
Allah da şöyle dedi: "O halde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz."
وَاتْرُكِ
الْبَحْرَ
رَهْواًۜ
اِنَّهُمْ
جُنْدٌ
مُغْرَقُونَ
٢٤
Vetruki-lbahra rahvâ(en)(s) innehum cundun muġrakûn(e)
"Denizi açık halde bırak." Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
كَمْ
تَرَكُوا
مِنْ
جَنَّاتٍ
وَعُيُونٍۙ
٢٥
Kem terakû min cennâtin ve ’uyûn(in)
Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
وَزُرُوعٍ
وَمَقَامٍ
كَر۪يمٍۙ
٢٦
Ve zurû’in ve mekâmin kerîm(in)
Nice ekinler, nice güzel konaklar!
وَنَعْمَةٍ
كَانُوا
ف۪يهَا
فَاكِه۪ينَۙ
٢٧
Ve na’metin kânû fîhâ fâkihîn(e)
Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!
كَذٰلِكَ۠
وَاَوْرَثْنَاهَا
قَوْماً
اٰخَر۪ينَ
٢٨
Keżâlik(e)(s) ve evraśnâhâ kavmen âḣarîn(e)
İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık.
فَمَا
بَكَتْ
عَلَيْهِمُ
السَّمَٓاءُ
وَالْاَرْضُ
وَمَا
كَانُوا
مُنْظَر۪ينَ۟
٢٩
Femâ beket ‘aleyhimu-ssemâu vel-ardu vemâ kânû munzarîn(e)
Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
وَلَقَدْ
نَجَّيْنَا
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪لَ
مِنَ
الْعَذَابِ
الْمُه۪ينِۙ
٣٠
Ve lekad necceynâ benî isrâ-île mine-l’ażâbi-lmuhîn(i)
Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun'dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
مِنْ
فِرْعَوْنَۜ
اِنَّهُ
كَانَ
عَالِياً
مِنَ
الْمُسْرِف۪ينَ
٣١
Min fir’avn(e)(c) innehu kâne ‘âliyen mine-lmusrifîn(e)
Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun'dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
وَلَقَدِ
اخْتَرْنَاهُمْ
عَلٰى
عِلْمٍ
عَلَى
الْعَالَم۪ينَۚ
٣٢
Ve lekadi-ḣternâhum ‘alâ ‘ilmin ‘alâ-l’âlemîn(e)
Andolsun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
وَاٰتَيْنَاهُمْ
مِنَ
الْاٰيَاتِ
مَا
ف۪يهِ
بَلٰٓؤٌا
مُب۪ينٌ
٣٣
Ve âteynâhum mine-l-âyâti mâ fîhi belâun mubîn(un)
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.
اِنَّ
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
لَيَقُولُونَۙ
٣٤
İnne hâulâ-i leyekûlûn(e)
Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: "İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz."
اِنْ
هِيَ
اِلَّا
مَوْتَتُنَا
الْاُو۫لٰى
وَمَا
نَحْنُ
بِمُنْشَر۪ينَ
٣٥
İn hiye illâ mevtetunâ-l-ûlâ vemâ nahnu bimunşerîn(e)
Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: "İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz."
فَأْتُوا
بِاٰبَٓائِنَٓا
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٣٦
Fe/tû bi-âbâ-inâ in kuntum sâdikîn(e)
"Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin."
اَهُمْ
خَيْرٌ
اَمْ
قَوْمُ
تُبَّعٍۙ
وَالَّذ۪ينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْۜ
اَهْلَكْنَاهُمْۘ
اِنَّهُمْ
كَانُوا
مُجْرِم۪ينَ
٣٧
Ehum ḣayrun em kavmu tubbe’in velleżîne min kablihim(c) ehleknâhum(s) innehum kânû mucrimîn(e)
Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu kimselerdi.
وَمَا
خَلَقْنَا
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
لَاعِب۪ينَ
٣٨
Vemâ ḣaleknâ-ssemâvâti vel-arda vemâ beynehumâ lâ’ibîn(e)
Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.
مَا
خَلَقْنَاهُمَٓا
اِلَّا
بِالْحَقِّ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَهُمْ
لَا
يَعْلَمُونَ
٣٩
Mâ ḣalaknâhumâ illâ bilhakki velâkinne ekśerahum lâ ya’lemûn(e)
Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.
اِنَّ
يَوْمَ
الْفَصْلِ
م۪يقَاتُهُمْ
اَجْمَع۪ينَۙ
٤٠
İnne yevme-lfasli mîkâtuhum ecme’în(e)
Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.
يَوْمَ
لَا
يُغْن۪ي
مَوْلًى
عَنْ
مَوْلًى
شَيْـٔاً
وَلَا
هُمْ
يُنْصَرُونَۙ
٤١
Yevme lâ yuġnî mevlen ‘an mevlen şey-en velâ hum yunsarûn(e)
O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.
اِلَّا
مَنْ
رَحِمَ
اللّٰهُۜ
اِنَّهُ
هُوَ
الْعَز۪يزُ
الرَّح۪يمُ۟
٤٢
İllâ men rahima(A)llâh(u)(c) innehu huve-l’azîzu-rrahîm(u)
Yalnız, Allah'ın yardım ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O mutlak güç sahibidir, çok merhamet edendir.
اِنَّ
شَجَرَتَ
الزَّقُّومِۙ
٤٣
İnne şecerate-zzakkûm(i)
Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkarların yemeğidir.
طَعَامُ
الْاَث۪يمِۚۛ
٤٤
Ta’âmu-l-eśîm(i)
Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkarların yemeğidir.
كَالْمُهْلِۚۛ
يَغْل۪ي
فِي
الْبُطُونِۙ
٤٥
Kelmuhli yaġlî fî-lbutûn(i)
O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
كَغَلْيِ
الْحَم۪يمِ
٤٦
Keġalyi-lhamîm(i)
O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
خُذُوهُ
فَاعْتِلُوهُ
اِلٰى
سَوَٓاءِ
الْجَح۪يمِۚ
٤٧
Ḣużûhu fa’tilûhu ilâ sevâ-i-lcahîm(i)
(Allah görevli meleklere şöyle der:) "Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin."
ثُمَّ
صُبُّوا
فَوْقَ
رَأْسِه۪
مِنْ
عَذَابِ
الْحَم۪يمِۜ
٤٨
Śumme subbû fevka ra/sihi min ‘ażâbi-lhamîm(i)
"Sonra başının üstüne kaynar su azabından dökün."
ذُقْۙ ۚ
اِنَّكَ
اَنْتَ
الْعَز۪يزُ
الْكَر۪يمُ
٤٩
Żuk inneke ente-l’azîzu-lkerîm(u)
(Deyin ki:) "Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?"
اِنَّ
هٰذَا
مَا
كُنْتُمْ
بِه۪
تَمْتَرُونَ
٥٠
İnne hâżâ mâ kuntum bihi temterûn(e)
"İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir!"
اِنَّ
الْمُتَّق۪ينَ
ف۪ي
مَقَامٍ
اَم۪ينٍۙ
٥١
İnne-lmuttekîne fî makâmin emîn(in)
Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler.
ف۪ي
جَنَّاتٍ
وَعُيُونٍۚ
٥٢
Fî cennâtin ve ’uyûn(in)
Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.
يَلْبَسُونَ
مِنْ
سُنْدُسٍ
وَاِسْتَبْرَقٍ
مُتَقَابِل۪ينَۚ
٥٣
Yelbesûne min sundusin ve-istebrakin mutekâbilîn(e)
İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar.
كَذٰلِكَ۠
وَزَوَّجْنَاهُمْ
بِحُورٍ
ع۪ينٍۜ
٥٤
Keżâlike ve zevvecnâhum bihûrin ‘în(in)
İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
يَدْعُونَ
ف۪يهَا
بِكُلِّ
فَاكِهَةٍ
اٰمِن۪ينَۙ
٥٥
Yed’ûne fîhâ bikulli fâkihetin âminîn(e)
Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler.
لَا
يَذُوقُونَ
ف۪يهَا
الْمَوْتَ
اِلَّا
الْمَوْتَةَ
الْاُو۫لٰىۚ
وَوَقٰيهُمْ
عَذَابَ
الْجَح۪يمِۙ
٥٦
Lâ yeżûkûne fîhâ-lmevte illâ-lmevtete-l-ûlâ(s) ve vekâhum ‘ażâbe-lcahîm(i)
Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
فَضْلاً
مِنْ
رَبِّكَۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظ۪يمُ
٥٧
Fadlen min rabbik(e)(c) żâlike huve-lfevzu-l’azîm(u)
Bunlar Rabbinden bir lütuf olarak verilmiştir. İşte bu büyük başarıdır.
فَاِنَّمَا
يَسَّرْنَاهُ
بِلِسَانِكَ
لَعَلَّهُمْ
يَتَذَكَّرُونَ
٥٨
Fe-innemâ yessernâhu bilisânike le’allehum yeteżekkerûn(e)
(Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur'an'ı) senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.
فَارْتَقِبْ
اِنَّهُمْ
مُرْتَقِبُونَ
٥٩
Fertakib innehum murtakibûn(e)
Artık sen (onların başına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.