الْجَاثِيَةِ
Câsiye Suresi
تَنْز۪يلُ
الْـكِتَابِ
مِنَ
اللّٰهِ
الْعَز۪يزِ
الْحَك۪يمِ
٢
Tenzîlu-lkitâbi mina(A)llâhi-l’azîzi-lhakîm(i)
Kitab'ın indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
اِنَّ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِ
لَاٰيَاتٍ
لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ
٣
İnne fî-ssemâvâti vel-ardi leâyâtin lilmu/minîn(e)
Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır.
وَف۪ي
خَلْقِكُمْ
وَمَا
يَبُثُّ
مِنْ
دَٓابَّةٍ
اٰيَاتٌ
لِقَوْمٍ
يُوقِنُونَۙ
٤
Vefî ḣalkikum vemâ yebuśśu min dâbbetin âyâtun likavmin yûkinûn(e)
Sizin yaratılışınızda ve Allah'ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.
وَاخْتِلَافِ
الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
وَمَٓا
اَنْزَلَ
اللّٰهُ
مِنَ
السَّمَٓاءِ
مِنْ
رِزْقٍ
فَاَحْيَا
بِهِ
الْاَرْضَ
بَعْدَ
مَوْتِهَا
وَتَصْر۪يفِ
الرِّيَاحِ
اٰيَاتٌ
لِقَوْمٍ
يَعْقِلُونَ
٥
Vaḣtilâfi-lleyli ve-nnehâri vemâ enzela(A)llâhu mine-ssemâ-i min rizkin fe-ahyâ bihi-l-arda ba’de mevtihâ ve tasrîfi-rriyâhi âyâtun likavmin ya’kilûn(e)
Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah'ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgarları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.
تِلْكَ
اٰيَاتُ
اللّٰهِ
نَتْلُوهَا
عَلَيْكَ
بِالْحَقِّۚ
فَبِاَيِّ
حَد۪يثٍ
بَعْدَ
اللّٰهِ
وَاٰيَاتِه۪
يُؤْمِنُونَ
٦
Tilke âyâtu(A)llâhi netlûhâ ‘aleyke bilhakk(i)(s) febi-eyyi hadîśin ba’da(A)llâhi ve âyâtihi yu/minûn(e)
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
وَيْلٌ
لِكُلِّ
اَفَّاكٍ
اَث۪يمٍۙ
٧
Veylun likulli effâkin eśîm(in)
Her günahkâr yalancının vay haline!
يَسْمَعُ
اٰيَاتِ
اللّٰهِ
تُتْلٰى
عَلَيْهِ
ثُمَّ
يُصِرُّ
مُسْتَكْبِراً
كَاَنْ
لَمْ
يَسْمَعْهَاۚ
فَبَشِّرْهُ
بِعَذَابٍ
اَل۪يمٍ
٨
Yesme’u âyâti(A)llâhi tutlâ ‘aleyhi śümme yusirru mustekbiran ke-en lem yesma’hâ(s) fe-beşşirhu bi’ażâbin elîm(in)
Kendisine Allah'ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnir. İşte onu elem dolu bir azap ile müjdele!
وَاِذَا
عَلِمَ
مِنْ
اٰيَاتِنَا
شَيْـٔاًۨ
اتَّخَذَهَا
هُزُواًۜ
اُو۬لٰٓئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مُه۪ينٌۜ
٩
Ve-iżâ ‘alime min âyâtinâ şey-en(i)tteḣażehâ huzuvâ(en)(c) ulâ-ike lehum ‘ażâbun muhîn(un)
Âyetlerimizden bir şey öğrenince onu alaya alır. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!
مِنْ
وَرَٓائِهِمْ
جَهَنَّمُۚ
وَلَا
يُغْن۪ي
عَنْهُمْ
مَا
كَسَبُوا
شَيْـٔاً
وَلَا
مَا
اتَّخَذُوا
مِنْ
دُونِ
اللّٰهِ
اَوْلِيَٓاءَۚ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عَظ۪يمٌۜ
١٠
Min verâ-ihim cehennem(u)(s) velâ yuġnî ‘anhum mâ kesebû şey-en velâ mâ-tteḣażû min dûni(A)llâhi evliyâ/(e)(s) velehum ‘ażâbun ‘azîm(un)
Arkalarında da cehennem vardır. Dünyada kazandıkları ve Allah'tan başka edindikleri dostlar onlara hiçbir fayda vermez. Onlar için elbette büyük bir azap vardır.
هٰذَا
هُدًىۚ
وَالَّذ۪ينَ
كَفَرُوا
بِاٰيَاتِ
رَبِّهِمْ
لَهُمْ
عَذَابٌ
مِنْ
رِجْزٍ
اَل۪يمٌ۟
١١
Hâżâ hudâ(en)(s) velleżîne keferû bi-âyâti rabbihim lehum ‘ażâbun min riczin elîm(in)
İşte bu (Kur'an) bir hidayettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise elem dolu çok kötü bir azap vardır.
اَللّٰهُ
الَّذ۪ي
سَخَّرَ
لَكُمُ
الْبَحْرَ
لِتَجْرِيَ
الْفُلْكُ
ف۪يهِ
بِاَمْرِه۪
وَلِتَبْتَغُوا
مِنْ
فَضْلِه۪
وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَۚ
١٢
(A)llâhu-lleżî seḣḣara lekumu-lbahra litecriye-lfulku fîhi bi-emrihi ve litebteġû min fadlihi ve le’allekum teşkurûn(e)
Allah, içinde gemilerin, emriyle akıp gitmesi, onun lütfunu aramanız ve şükretmeniz için denizi sizin hizmetinize verendir.
وَسَخَّرَ
لَكُمْ
مَا
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَمَا
فِي
الْاَرْضِ
جَم۪يعاً
مِنْهُۜ
اِنَّ
ف۪ي
ذٰلِكَ
لَاٰيَاتٍ
لِقَوْمٍ
يَتَفَكَّرُونَ
١٣
Ve seḣḣara lekum mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ardi cemî’an minh(u)(c) inne fî żâlike leâyâtin likavmin yetefekkerûn(e)
Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.
قُلْ
لِلَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
يَغْفِرُوا
لِلَّذ۪ينَ
لَا
يَرْجُونَ
اَيَّامَ
اللّٰهِ
لِيَجْزِيَ
قَوْماً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ
١٤
Kul lilleżîne âmenû yaġfirû lilleżîne lâ yercûne eyyâma(A)llâhi liyecziye kavmen bimâ kânû yeksibûn(e)
İnananlara söyle, Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları (şimdilik) bağışlasınlar ki Allah herhangi bir topluma (kendi) kazandığının karşılığını versin.
مَنْ
عَمِلَ
صَالِحاً
فَلِنَفْسِه۪ۚ
وَمَنْ
اَسَٓاءَ
فَعَلَيْهَاۘ
ثُمَّ
اِلٰى
رَبِّكُمْ
تُرْجَعُونَ
١٥
Men ‘amile sâlihan felinefsih(i)(s) vemen esâe fe’aleyhâ(s) śümme ilâ rabbikum turce’ûn(e)
Kim salih bir amel işlerse kendi lehine işlemiş olur. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine yapmış olur. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
وَلَقَدْ
اٰتَيْنَا
بَن۪ٓي
اِسْرَٓائ۪ـلَ
الْكِتَابَ
وَالْحُكْمَ
وَالنُّبُوَّةَ
وَرَزَقْنَاهُمْ
مِنَ
الطَّيِّبَاتِ
وَفَضَّلْنَاهُمْ
عَلَى
الْعَالَم۪ينَۚ
١٦
Ve lekad âteynâ benî isrâ-île-lkitâbe velhukme ve-nnubuvvete ve razeknâhum mine-ttayyibâti ve faddalnâhum ‘alâ-l’âlemîn(e)
Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
وَاٰتَيْنَاهُمْ
بَيِّنَاتٍ
مِنَ
الْاَمْرِۚ
فَمَا
اخْتَلَفُٓوا
اِلَّا
مِنْ
بَعْدِ
مَا
جَٓاءَهُمُ
الْعِلْمُۙ
بَغْياً
بَيْنَهُمْۜ
اِنَّ
رَبَّكَ
يَقْض۪ي
بَيْنَهُمْ
يَوْمَ
الْقِيٰمَةِ
ف۪يمَا
كَانُوا
ف۪يهِ
يَخْتَلِفُونَ
١٧
Ve âteynâhum beyyinâtin mine-l-emr(i)(s) femâ-ḣtelefû illâ min ba’di mâ câehumu-l’ilmu baġyen beynehum(c) inne rabbeke yakdî beynehum yevme-lkiyâmeti fîmâ kânû fîhi yaḣtelifûn(e)
Onlara din işi konusunda açık deliller verdik. Ama onlar ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki hasetten dolayı ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü, aralarında hüküm verecektir.
ثُمَّ
جَعَلْنَاكَ
عَلٰى
شَر۪يعَةٍ
مِنَ
الْاَمْرِ
فَاتَّبِعْهَا
وَلَا
تَتَّبِـعْ
اَهْوَٓاءَ
الَّذ۪ينَ
لَا
يَعْلَمُونَ
١٨
Śumme ce’alnâke ‘alâ şerî’atin mine-l-emri fettebi’hâ velâ tettebi’ ehvâe-lleżîne lâ ya’lemûn(e)
Sonra da seni din işi konusunda açık bir yola koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.
اِنَّهُمْ
لَنْ
يُغْنُوا
عَنْكَ
مِنَ
اللّٰهِ
شَيْـٔاًۜ
وَاِنَّ
الظَّالِم۪ينَ
بَعْضُهُمْ
اَوْلِيَٓاءُ
بَعْضٍۚ
وَاللّٰهُ
وَلِيُّ
الْمُتَّق۪ينَ
١٩
İnnehum len yuġnû ‘anke mina(A)llâhi şey-â(en)(c) ve-inne-zzâlimîne ba’duhum evliyâu ba’d(in)(s) va(A)llâhu veliyyu-lmuttekîn(e)
Çünkü onlar, Allah'a karşı sana asla bir fayda sağlayamazlar. Şüphesiz zalimler birbirinin dostlarıdır. Allah ise kendisine karşı gelmekten sakınanların dostudur.
هٰذَا
بَصَٓائِرُ
لِلنَّاسِ
وَهُدًى
وَرَحْمَةٌ
لِقَوْمٍ
يُوقِنُونَ
٢٠
Hâżâ besâ-iru linnâsi ve huden ve rahmetun likavmin yûkinûn(e)
Bu Kur'an, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir.
اَمْ
حَسِبَ
الَّذ۪ينَ
اجْتَرَحُوا
السَّيِّـَٔاتِ
اَنْ
نَجْعَلَهُمْ
كَالَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِۙ
سَوَٓاءً
مَحْيَاهُمْ
وَمَمَاتُهُمْۜ
سَٓاءَ
مَا
يَحْكُمُونَ۟
٢١
Em hasibe-lleżîne-cterahû-sseyyi-âti en nec’alehum kelleżîne âmenû ve ’amilû-ssâlihâti sevâen mahyâhum ve memâtuhum(c) sâe mâ yahkumûn(e)
Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!
وَخَلَقَ
اللّٰهُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضَ
بِالْحَقِّ
وَلِتُجْزٰى
كُلُّ
نَفْسٍ
بِمَا
كَسَبَتْ
وَهُمْ
لَا
يُظْلَمُونَ
٢٢
Veḣaleka(A)llâhu-ssemâvâti vel-arda bilhakki velituczâ kullu nefsin bimâ kesebet vehum lâ yuzlemûn(e)
Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez.
اَفَرَاَيْتَ
مَنِ
اتَّخَذَ
اِلٰهَهُ
هَوٰيهُ
وَاَضَلَّهُ
اللّٰهُ
عَلٰى
عِلْمٍ
وَخَتَمَ
عَلٰى
سَمْعِه۪
وَقَلْبِه۪
وَجَعَلَ
عَلٰى
بَصَرِه۪
غِشَاوَةًۜ
فَمَنْ
يَهْد۪يهِ
مِنْ
بَعْدِ
اللّٰهِۜ
اَفَلَا
تَذَكَّرُونَ
٢٣
Eferaeyte meni-tteḣaże ilâhehu hevâhu ve-edallehu(A)llâhu ‘alâ ‘ilmin ve ḣateme ‘alâ sem’ihi ve kalbihi ve ce’ale ‘alâ basarihi ġişâveten femen yehdîhi min ba’di(A)llâh(i)(c) efelâ teżekkerûn(e)
Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah'ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
وَقَالُوا
مَا
هِيَ
اِلَّا
حَيَاتُنَا
الدُّنْيَا
نَمُوتُ
وَنَحْيَا
وَمَا
يُهْلِكُنَٓا
اِلَّا
الدَّهْرُۚ
وَمَا
لَهُمْ
بِذٰلِكَ
مِنْ
عِلْمٍۚ
اِنْ
هُمْ
اِلَّا
يَظُنُّونَ
٢٤
Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtunâ-ddunyâ nemûtu ve nahyâ vemâ yuhlikunâ illâ-ddehr(u)(c) vemâ lehum biżâlike min ‘ilm(in)(s) in hum illâ yazunnûn(e)
Dediler ki: "Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder." Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.
وَاِذَا
تُتْلٰى
عَلَيْهِمْ
اٰيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ
مَا
كَانَ
حُجَّتَهُمْ
اِلَّٓا
اَنْ
قَالُوا
ائْتُوا
بِاٰبَٓائِنَٓا
اِنْ
كُنْتُمْ
صَادِق۪ينَ
٢٥
Ve-iżâ tutlâ ‘aleyhim âyâtunâ beyyinâtin mâ kâne huccetehum illâ en kâlû-/tû bi-âbâ-inâ in kuntum sâdikîn(e)
Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, "Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin" demek oldu.
قُلِ
اللّٰهُ
يُحْي۪يكُمْ
ثُمَّ
يُم۪يتُكُمْ
ثُمَّ
يَجْمَعُكُمْ
اِلٰى
يَوْمِ
الْقِيٰمَةِ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهِ
وَلٰكِنَّ
اَكْثَرَ
النَّاسِ
لَا
يَعْلَمُونَ۟
٢٦
Kuli(A)llâhu yuhyîkum śümme yumîtukum śümme yecme’ukum ilâ yevmi-lkiyâmeti lâ raybe fîhi velâkinne ekśera-nnâsi lâ ya’lemûn(e)
De ki: "Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler."
وَلِلّٰهِ
مُلْكُ
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۜ
وَيَوْمَ
تَقُومُ
السَّاعَةُ
يَوْمَئِذٍ
يَخْسَرُ
الْمُبْطِلُونَ
٢٧
Veli(A)llâhi mulku-ssemâvâti vel-ard(i)(c) ve yevme tekûmu-ssâ’atu yevme-iżin yaḣseru-lmubtilûn(e)
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün bâtıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.
وَتَرٰى
كُلَّ
اُمَّةٍ
جَاثِيَةً۠
كُلُّ
اُمَّةٍ
تُدْعٰٓى
اِلٰى
كِتَابِهَاۜ
اَلْيَوْمَ
تُجْزَوْنَ
مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
٢٨
Ve terâ kulle ummetin câśiye(ten)(c) kullu ummetin tud’â ilâ kitâbihâ-lyevme tuczevne mâ kuntum ta’melûn(e)
O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. (Onlara şöyle denilir:) "Bugün (yalnızca) yaptıklarınızın karşılığı verilecektir."
هٰذَا
كِتَابُنَا
يَنْطِقُ
عَلَيْكُمْ
بِالْحَقِّۜ
اِنَّا
كُنَّا
نَسْتَنْسِخُ
مَا
كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ
٢٩
Hâżâ kitâbunâ yentiku ‘aleykum bilhakk(i)(c) innâ kunnâ nestensiḣu mâ kuntum ta’melûn(e)
İşte kitabımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.
فَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
فَيُدْخِلُهُمْ
رَبُّهُمْ
ف۪ي
رَحْمَتِه۪ۜ
ذٰلِكَ
هُوَ
الْفَوْزُ
الْمُب۪ينُ
٣٠
Fe-emmâ-lleżîne âmenû ve ’amilû-ssâlihâti feyudḣiluhum rabbuhum fî rahmetih(i)(c) żâlike huve-lfevzu-lmubîn(u)
İnanıp salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte bu apaçık başarıdır.
وَاَمَّا
الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا۠
اَفَلَمْ
تَكُنْ
اٰيَات۪ي
تُتْلٰى
عَلَيْكُمْ
فَاسْتَكْـبَرْتُمْ
وَكُنْتُمْ
قَوْماً
مُجْرِم۪ينَ
٣١
Ve-emmâ-lleżîne keferû efelem tekun âyâtî tutlâ ‘aleykum festekbertum ve kuntum kavmen mucrimîn(e)
İnkâr edenlere gelince onlara şöyle denir: "Âyetlerim size okunmuştu da sizler büyüklük taslamış ve günahkâr bir kavim olmuş değil miydiniz?"
وَاِذَا
ق۪يلَ
اِنَّ
وَعْدَ
اللّٰهِ
حَقٌّ
وَالسَّاعَةُ
لَا
رَيْبَ
ف۪يهَا
قُلْتُمْ
مَا
نَدْر۪ي
مَا
السَّاعَةُۙ
اِنْ
نَظُنُّ
اِلَّا
ظَناًّ
وَمَا
نَحْنُ
بِمُسْتَيْقِن۪ينَ
٣٢
Ve-iżâ kîle inne va’da(A)llâhi hakkun ve-ssâ’atu lâ raybe fîhâ kultum mâ nedrî mâ-ssâ’atu in nezunnu illâ zannen vemâ nahnu bimusteykinîn(e)
"Şüphesiz, Allah'ın va'di gerçektir, kıyamet hakkında hiçbir şüphe yoktur" dendiği zaman ise; "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz" demiştiniz.
وَبَدَا
لَهُمْ
سَيِّـَٔاتُ
مَا
عَمِلُوا
وَحَاقَ
بِهِمْ
مَا
كَانُوا
بِه۪
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
٣٣
Ve bedâ lehum seyyi-âtu mâ ‘amilû ve hâka bihim mâ kânû bihi yestehzi-ûn(e)
Yaptıklarının kötülükleri karşılarına dikilmiş ve alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıvermiştir.
وَق۪يلَ
الْيَوْمَ
نَنْسٰيكُمْ
كَمَا
نَس۪يتُمْ
لِقَٓاءَ
يَوْمِكُمْ
هٰذَا
وَمَأْوٰيكُمُ
النَّارُ
وَمَا
لَكُمْ
مِنْ
نَاصِر۪ينَ
٣٤
Ve kîle-lyevme nensâkum kemâ nesîtum likâe yevmikum hâżâ veme/vâkumu-nnâru vemâ lekum min nâsirîn(e)
Onlara şöyle denir: "Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur."
ذٰلِكُمْ
بِاَنَّكُمُ
اتَّخَذْتُمْ
اٰيَاتِ
اللّٰهِ
هُزُواً
وَغَرَّتْكُمُ
الْحَيٰوةُ
الدُّنْيَاۚ
فَالْيَوْمَ
لَا
يُخْرَجُونَ
مِنْهَا
وَلَا
هُمْ
يُسْتَعْتَبُونَ
٣٥
Żâlikum bi-ennekumu-tteḣażtum âyâti(A)llâhi huzuven ve ġarratkumu-lhayâtu-ddunyâ(c) felyevme lâ yuḣracûne minhâ velâ hum yusta’tebûn(e)
"Bunun sebebi, Allah'ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır." Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.
فَلِلّٰهِ
الْحَمْدُ
رَبِّ
السَّمٰوَاتِ
وَرَبِّ
الْاَرْضِ
رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ
٣٦
Feli(A)llâhi-lhamdu rabbi-ssemâvâti ve rabbi-l-ardi rabbi-l’âlemîn(e)
Hamd, göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
وَلَهُ
الْكِبْرِيَٓاءُ
فِي
السَّمٰوَاتِ
وَالْاَرْضِۖ
وَهُوَ
الْعَز۪يزُ
الْحَك۪يمُ
٣٧
Velehu-lkibriyâu fî-ssemâvâti vel-ard(i)(s) vehuve-l’azîzu-lhakîm(u)
Göklerde ve yerde ululuk O'na aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.